7 Mayıs 2014 Çarşamba

ÇOCUKLARDA DÍKKATÍ ARTTIRAN YÖNTEMLER


ÇOCUKLARDA  DÍKKATÍ  ARTTIRAN  YÖNTEMLER

1 Sürekliliği olan bir çalışma düzeni yaratın 
Baharla birlikte dikkati toplama zorlaşacağından, ders çalışma ve ödev yapma konusu da aksamaya başlayabilir. Nihayetinde motivasyonun ve dikkatin zayıflaması da biyolojik ve hormonal değişimlerle ilişkilidir. Bu dönemde, çocuğun günlük çalışma temposunu kısmen hafifletmek gerekebilir. Önemli olan günlük çalışma yoğunluğundan öte, düzenin korunmasıdır. Büyük aksaklıklara yol açmadan yapılacak hafifletmeler, ödev yapma sürekliliğini koruyacak ve bu da hem dikkati geliştirecek hem de öğrenilmesi gereken konuların kaçırılmamasını sağlayacaktır.
 2 Hareketli faaliyetleri her zaman önemseyin
Hareket etmek, çocuk olmanın en keyifli uğraşlarından biridir. Bir çocuğun hareket etmesi için çoğu zaman belirli bir amacın olması bile gerekmez. Küçük bir çocuğun günde yaklaşık 6-7 saat harekete ihtiyacı vardır. Ayrıca, baharla birlikte bu ihtiyacın arttığı da düşünülürse, çocukların masa başı ve kendilerini pasifize edecek faaliyetlerini dikkatlerini vermeleri çok zordur. Bu nedenle, çocukla yapılan faaliyetlerde hareketliliğe özel bir önem vermek gerekir. Bir anlamda, çocukların hareket etmesi dikkatlerinin dağılmasını değil, toplanmasını kolaylaştırır.
3 Denge oyunları oynamasını sağlayın
Çocuklarla yapılacak, denge ve koordinasyon çalışmaları, dikkat geliştirmek için en ideal uygulamalardan biridir. Özellikle uzmanlar eşliğinde planlanacak bu tür faaliyetler, çocuğun kendi bedenini algılaması, fark etmesi ve yönetmesi gibi birçok beyin fonksiyonunu aktif hale getirir. Bu da özellikle görsel, dokunsal ve kinestetik dikkat açısından harika sonuçlar verir.
4 Sportif ve sanatsal aktivitelere yönlendirin
Çocuğunuzun ilgi ve yönelimlerine uygun olan sanat ve spor aktivitelerinden bir ya da bir kaçını seçerek gitmesini sağlayın. Böylece, hem hareket ihtiyacı giderilmiş, hem yeni arkadaşlıklar kurması sağlanmış olur. Sevdiği faaliyetlere uğraşıyor olması, çocuğun dikkat kalitesini de olumlu yönde etkileyecektir. Ayrıca, daha sonraki yıllarda da devam ettireceği bir hobi kazandırmış olursunuz.
 5 Nefes ve gevşeme egzersizleri öğretin
Nefes ve gevşeme egzersizleri, dikkat geliştirmede son derece önemli çalışmalardan biridir. Bu egzersizler, bedensel ve ruhsal enerjiyi dinginleştirerek dikkatin kısa sürede toplanmasını ve devamlılığını sağlayacaktır. Bu egzersizlerle ilgili bir uzmandan destek almak yararlı olabilir.
6 Erteleme pratikleri yapın
Çocukların en tipik özelliklerinden biri, isteklerini erteleyememektir. Bir şey istediğinde anında yerine gelmesini istemek bir yere kadar doğaldır. Ancak, aşırı olması halinde dikkat edilmesi gerekir. Bu noktada, çocuklara erteleme egzersizleri yaptırılarak dikkati sürdürme becerisi geliştirilebilir. Çocuk bir şey istediğinde, o isteği daha sonraki bir zaman diliminde yapmak ve çocuğun bu süreyi beklemesini sağlamak zaman içinde sabır duygusunu geliştirecektir. Ancak burada önemli olan husus, bunun çok da abartılmaması ve her isteğe de uygulanmamasıdır. Kimi zaman istediklerini kısa sürede karşılamak da gerekir.
 7 Söylediklerinizi tekrarlatın
Çocuğa çeşitli yönergeler vererek, aynı yönergeleri tekrarlamasını istemek de işitsel dikkat açısından etkili bir uygulamadır. Oyunlaştırarak ve eğlencesini ön plana çıkararak, ikili, üçlü, dörtlü yönergeler verilmeli ve çocuktan bu yönergeleri tekrarlaması istenmelidir. Hatta bu yönergelerin gerektirdiği faaliyetleri yapması istenmelidir. Örneğin, “Şimdi senden, bu kitabı alıp kendi odana koymanı, odandaki kırmızı renkli kalemi alıp bana getirmeni istiyorum.” gibi.
 8 Gözlerini kapatarak gördüklerini anlattırın
Çocuğa bir kitaptaki resimleri gösterin ve bir süre bakmasını isteyin. Süre tamamlandıktan sonra gözlerini kapatarak resimde gördüklerini anlatmasını isteyin. Bu uygulama da görsel dikkat açısından çok etkilidir. Uygulamayı, kitap dışında çevresine bakmasını isteyerek de yaptırabilirsiniz.
Kaynak :Doc.Dr. Oktay Aydin

6 Mayıs 2014 Salı

OKUL ÖNCESÍNÍN VAZGEÇÍLMEZ 10 ÖZELLÍGI



OKUL ÖNCESÍ  OKUL'UN VAZGEÇÍLMEZ 10 ÖZELLÍGÍ

Bu merakı ve öğrenme isteğini arttıracak, çocukları gelişimsel ve entellektüel alanlarda geliştirecek iyi bir okul öncesi sınıfında olması gereken 10 özelliği birçok kaynak şu şekilde sıralamıştır.
1.     İyi bir okulöncesi sınıfında çocuklar, materyallerle ya da arkadaşları ile oynarlar ve çalışırlar. Amaçsızca başıboş gezinen olmadığı gibi uzun süre sessizce masada oturmaya zorlanan çocuk da yoktur.
2.     Bloklar, resimli kitaplar, boyalar, kuklalar, yap-bozlar, legolar, kutu oyunları gibi birçok aktiviteyle gün içinde meşgul olurlar. Bir öğrenci her anının arkadaşları ile aynı şeyleri yaparak geçirmez.
3.     Öğretmen bireysel olarak öğrenciler ile çalıştığı gibi küçük ve büyük gruplar ile etkinliklerini sürdürür.
4.     Sınıflar, öğrencilerin kendi yaptıkları ürünler ile doludur. Sergileme çocuklara eşit hak tanıdığı gibi aynı zamanda tek, iki ve üç botyutlu ürünler olmak üzere çeşitlilik gösterir. Sergileme alanları sıklıkla yenilenir.
5.     Çocuklar rakamları, birçok matematik kavramını, harflerin bir sesi belirttiğini hergün sürdürülen takvim ve yoklama çalışması, etrafta gördükleri başlıklar yolu ile günlük hayatın bir parçası olarak öğrenirler. Bitki ve hayvanların doğal yaşamını araştıran etkinlikler, grup ile birlikte yenen öğle yemeği ve ikindi kahvaltıları, mutfak etkinlikleri, bahçe oyunları çocuklar için tasarlanmış anlamlı etkinliklerdir.
6.     Çocuklar anaokulunda uzun süreli oyun ve keşif fırsatlarına sahiptirler. Projeler üretirler. Ürettikleri bu projeler üzerinde tekrar tekrar çalışarak, dönüşümlü düşünme fırsatları bulurlar.
7.     Çocuklar her gün açık havada oynayacak fırsat bulurlar. Doğa ile baş başa kalırlar, keşfederler, üretirler. Bu zaman aralığı hiçbir yapılandırılmış oyuna tercih edilemeyecek kadar değerlidir.
8.     Öğretmenler çocuklara gün içinde hikaye zamanı olarak sınırlandırılmış bir zaman aralığı olmadan sıklıkla kitap okurlar. Çocukların kitapları kendileri anlatarak resimli okuma yapmaları için fırsatlar yaratırlar.
9.     Program desteğe ihtiyaç duyan öğrencileri destekleyecek, beceri olarak gelişmiş öğrencileri daha da geliştirecek esneklikte tasarlanmıştır. Çocuklar becerileri, öğrenme deneyimleri ve ilgileri ile birbirlerinden farklıdırlar. Dolayısıyla her çocuk aynı zaman, aynı etkinlik ve aynı yöntem ile öğrenmez.
10. Çocuklar ve veliler okula karşı pozitif tutum sergilerler. Çocuklar bu anaokullarına gitmekten keyif alırken, veliler çocuklarını güven ile anaokuluna teslim ederler.
Her anaokulu sınıfı ve müfredatı öğrencilerin özelliklerine ve ilgi alanlarına göre farklılık gösterir. Aynı okulda her sınıfın, her öğretmen ve her çocuk gibi ayrı bir ruhu vardır. Ortak olan tek şey çocuğun bütünsel gelişiminin hedeflenmesidir.
Kaynak : Zihinselgelisim.com

11 Nisan 2014 Cuma

ÖRNEK OLMAK




ÖRNEK OLMAK . .

•Çocuklara hayata nasıl bakacağını bizler öğretiriz. Bazı ebeveynler hayata siyah-beyaz bakmayı öğretir çocuklarına. Ya doğrular vardır hayatta ya da yanlışlar. Yanlış yaparsanız bu kötüdür her zaman, doğru yaparsan da ödülü hak edersiniz. Bazı ebeveynler ise siyahın beyazın yanında grinin tonlarını da görmeyi öğretir çocuklarına. Siyah ders çıkarabildiğin sürece çok da kötü değildir aslında. Hatalar büyütür çocukları da, büyükleri de diyebilir. Hayatın farklı tonlarını çocuklarımıza gösterebilmeliyiz. “Ya kaybet ya da Kazan” (Sen kazan-ben kaybedeyim ya da sen kaybet- ben kazanayım) anlayışı yerine “Kaybeden yok” anlayışı ile hayata daima olumlu bakabilmeli çocuklarımız. Bu anlayış, kendi sorunlarına kendi çözümlerini bulmalarının sorumluluğunu kabul etmeleri için çocukları yüreklendirmektedir.
•Olumlu Çocuk Yetiştirme Modeli olarak adlandırılan geçtiğimiz yıllarda da çok söz edilen modelin mantığı günümüz NLP nin ilk basamaklarından biridir. Çocukların özsaygılarını kırmadan daha etkili iletişim kurmaları için, çocuklarımıza neleri yapmamaları yerine neleri yapmaları gerektiğini söylemeliyiz. Olumsuz davranışın vurgulanması çocuğun bilinçaltına aslında “yapma” dediğimiz davranışı “yapmasını” söyler. Bunun yerine çocuklarımıza neleri yapmaları gerektiğini söyleyerek olumlu davranışı vurgulayabiliriz. Bunun çoğu zaman zor olduğunu biliyorum fakat hayatın rutinleri arasına girdiğinde anlamadan bazı sorunların çözümlendiğini göreceksiniz. “Koşma!” demek yerine yürümesini söylemek sanırım çocukların fazla direnç göstermeden alışabilecekleri durumlar yaratır.
•Sorun çözme becerisinin kazanılmasında özellikle 4 yaş kadar erken bir dönemde çocukların uygun bir eğitimle problem çözücü düşünme biçimini kazanabileceği belirtilmektedir.
•Aşırı koruyucu ebeveynler çocuklarının sorun çözme becerisini olumsuz etkilemektedir. Çocuğa çözecek sorun bırakılmaması ilerleyen yaşlarda küçük bir sorun karşısında çocuğun çaresizliğe düşmesine sebep olmaktadır. Ailede çözülmesi gereken sorunlar hakkında doğru çözüm için cesaretlendirici konuşmalar yapılması gerekmektedir. Fakat sorun kimin ise çözüm de ona bırakılmalıdır.
•Ailede yaşanan karşılıklı problemlerin çözümü çocukları etkilemektedir. Geçimsizlik olan bir ailenin çocuklarının psikososyal temelli problem çözme becerisi puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır.
•Anne-baba olarak bizler dinleme becerilerimizi de geliştirmeliyiz. Dinlenmesi gereken sözleri olan sadece bizler değiliz. Bunun için öncelikle iletişim engellerini tanımalı ve çocukla iletişim kurarken bunlardan kaçınmalıyız. Anne-baba çocuğu konuşmaya teşvik etmeli (örneğin, bu konuyu konuşmak ister misin?), ve daha sonra susarak onu dikkatle dinlediğini göstermeli ve en önemlisi de “etkin dinleme” ye geçmelidir. Etkin dinleme, çocuğa kabul edildiği mesajını vererek sorunlarını anlatıp bu sorunlara yine kendisinin çözüm bulması için onu cesaretlendirir.

Etkin dinleme hayatımızın her evresinde bilinçli ya da bilinçsiz kullandığımız iletişim becerilerinden biridir. Etkin dinleme yaparken çocuklarımızın bize sorunlarını anlatmaları için kapıları kırarcasına çalmalarını beklemeden, kapı aralayıcılar kullanarak (Bu konuyu konuşmak ister misin?, seni anlıyorum çünkü ben de buna benzer bir olay yaşamıştım….) onları durumu anlatmaya teşvik etmeliyiz ve daha sonra susarak onları dikkatle dinlediğinizi göstermeli, en önemlisi de çocuğun bize verdiği mesajları iyi anlayıp ona yansıtmalıyız. (………….. şeklinde düşünüyorsun, doğru mu? Peki ne hissediyorsun?). Bu noktada biz büyüklerin unutmaması gereken, bu yaşlarda hissedilen duyguların değişken olduğudur. Kızgınlığın, öfkenin geçeceğini bilmeli ve verilen tepkilerdeki şifreleri doğru çözümleyebilmeliyiz. Çocuğun söylediği “Senden nefret ediyorum!” gibi bir cümle çoğu zaman “ödevimi yapmak istemiyorum” demek olduğunu anlayabilmeliyiz.

Etkin dinlemede, çocuğa kabul edildiği mesajını vererek sorunlarını anlatıp bu sorunlara yine kendisinin çözüm bulması için onu cesaretlendirmeliyiz.

Anne babayı rahatsız eden bir durumla ilgili, çocukla konuşurken “sen iletileri” yerine “ben iletileri” kullanılmalıdır. Çünkü “sen iletileri” kişiyi savunmacı bir tutuma yöneltir ve bilinç altına “yap” denileni “yapma” olarak yollayabilir. “Çok çikolata yiyorsun” denildiğinde, çocuk sorunu çözmek için değil, kendini savunmak için harekete geçer. “ben iletileri” kullanıldığında ise kişinin savunmaya geçmesi gerekmez. “ben iletileri” ile çocuğa hangi davranışın kabul edilemez bir davranış olduğu, bu davranışının bizde yol açtığı duygu ve bu davranışının bizim hayatımızın hangi yönünü aksattığı iletilir. Çikolatayı günde 2 den fazla yediğinde bu beni korkutuyor. Çünkü fazla çikolata zararlı. Dişlerin çürüyebilir, karnın ağırabilir, hasta olabilirsin…

ÇOCUKLAR NEDEN TELEVIZYONU ÇOK SEVIYOR ?




ÇOCUKLAR NEDEN TELEVİZYONU ÇOK SEVİYOR?

- "İzin versem çocuklarım bütün gün televizyon seyreder,kapatma vakti geldiğini onlara söylediğimde öfkeleniyorlar" .

ŞAŞIRTICI BİR DURUM

Özellikle masa başında oturup yapılan çalışmaya odaklanmakta, başladığı işi bitirip, zamanını verimli kullanmada ya da sofrada oturup yemek bitene kadar sandalyede kalmakta sıkıntı yaşayan hareketli ve dikkati kısa süreli olan çocukların çok uzun süre televizyon izliyor olmaları anne babaları şaşırtmaktadır.

- "saatlerce televizyon izleyebiliyor,dikkati bu kadar kısa süreliyken bunu nasıl yapabiliyor?".

Bu sorunun yanıtı televizyonun kendine özgü yapısında yer almaktadır.
Televizyondaki en monoton programlarda bile, bir görüntünün ekranda kalma süresi 3 saniyedir. Reklam, magazin ya da çocuk programlarında bu süre daha da kısadır. Bebeklerin televizyon karşısında özellikle reklamları durup dikkatle izlediklerini hepimiz gözlemlemişizdir. Bu nedenle televizyon izlerken gereken dikkat süresi zaten en fazla 3 saniyedir.

İzlenen şey her 3 saniyede bir değiştiği için, TELEVİZYON İZLEMEK UZUN SÜRE ZİHİNSEL ÇABA ve DİKKAT GEREKTİREN BİR ETKİNLİK DEĞİLDİR.
Televizyon seyretmek pasif bir etkinliktir.

Sınırlar çizilmediğinde ve aynı zamanda daha aktif etkinlikler geliştirilmediğinde bağımlılık yaratabilir.

Oysa
Okumak,
Çalışmak ve
Sınıfta ders dinlemek uzun süreli konsantrasyon gerektirir.

UZUN SÜRE TV İZLEMENİN ZARARLARI
1 - Dikkat süresinde kısalmaya
2 - Dil gelişimi ve kullanımında sorunlara
3 - Düşünme becerisinde gerilemeye
4 - Şiddet eğilimine
5 - Korkuların artmasına
6 -Aile içi sosyal izolasyona
7 - Çocuğun anne babadan görmesi gerekenilgi ve sevginin azalmasına

8 - Anne baba ile ilişkilerin bozulmasına
9 - Sorumlulukların yerine getirilmesinde aksaklıklara
10 - Tüketimin körüklenmesine
11 - Sosyalleşmenin engellenmesine
12 - Bireyselliğin pekişmesine neden olmaktadır.
13 - Sürekli hareket ve canlılık içeren televizyon programlarını
çok fazla izleyen çocuklar gerçek dünyalarının da aynı şekilde olmasını beklemektedirler.
Zamanlarının çoğunu televizyon başında geçiren çocuklar için,  ev ve sınıf ortamı fazla durağan ve sıkıcı gelmeye başlamaktadır.

ANNE BABALAR TV KONUSUNDA NELER YAPABİLİR?
Her şeyden önce siz televizyonu nasıl görüyorsunuz onu bir düşünün.
Acaba kafanızı dinlemenizi sağlayan bir fırsat mı, kimi zaman bir çocuk bakıcısı,
çocuğunuzun susmasını sağlayan bir araç mı?

Eğer bu düşüncelerden uzaksanız çocuğunuza televizyon izleme konusunda yol gösterici olabilirsiniz.
1 - Birlikte seyredin
2 - İzledikleri üzerine konuşun
* Anlatarak ve paylaşarak doğru yorumlamalarını, fikirlerini tartışmalarını, problem çözmelerini, belli bir programı neden sevdikleri üzerine düşünmelerini, farkındalık kazanmalarını ve kendilerini ifade etmelerini sağlayın.
3 - Televizyon seyretme süresini kısaltın
4 - Alternatif faaliyetler önerin
5 - Televizyona alternatif yapabileceği keyifli faaliyetlerin listesini beraber hazırlayın
6 - Onun da hoşlanacağı etkinliklerde birlikte kaliteli zaman geçirin
7 - Yemek zamanı televizyonu kapalı tutun

Günümüz şartlarında tüm ailenin bir araya gelebildiği ender zamanlardan biri olan yemek sofrası aile fertlerinin neşe içinde sohbet edecekleri, iletişim kuracakları mekanlar olmalıdır. Televizyon karşısında yenen yemek bunu engellemektedir.

8 - Sadece yemek sırasında değil, oyun oynarken, masa başında bir etkinlik yaparken de televizyonu kapalı tutmak önem taşımaktadır.

9 - Okumayı sevdirin
En önemlisi çocukların okuma alışkanlığını kazanması, düşünme,tartışma ve
yargılama yetisine kavuşması için onlara model olmaktır.
10 - Bir hobi edinmesini sağlayın

11 - Özel bir gününüz olsun
Ailede hiç kimsenin televizyon seyretmediği haftada bir gün oluşturmaya ve ailenin bu deneyimdenne öğrenebileceğini görmeye çalışın.
Belki kat edilmesi gereken yol çok fazla. Ama istersek yapabiliriz... Çocuklarınızla televizyonun bağımlılık yaratan özellikleri konusunda konuşun ki, sizin neden endişelendiğinizi ve onların kullanımını kısıtlamak istediğinizi bilsinler.


                                                                        Yeşilköşk Çocukevi

18 Mart 2014 Salı

OKUL ÖNCESI DÖNEMDE KORKULAR



OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE KORKULAR 

 Korku, kişiler tarafından görülen veya görülmeyen bir tehdide karşı gösterilen doğal bir tepkidir. Korku yaşayan kişide; kalp artışında hızlanma, solunum sayısında artma, ağızda kuruluk, ellerde terleme gibi tepkiler görülebilmektedir. Aslında korku kişiye rahatsızlık vermekten çok, kişiyi uyaran ve kişinin tehlikeyi fark edip onunla başa çıkabilmesini sağlayan bir mekanizmadır. Çocukluk döneminde yaşanılan korkular da çocukların gelişimlerinin bir parçası olup zamanla kendiliğinden kaybolabilmektedir. 3-6 yaş okul öncesi dönemde çocukların çok sayıda korku yaşadıkları görülmektedir. Bu korkular arasında karanlık, ani ses, gök gürültüsü, şimşek ve yalnız kalma korkularının yanı sıra gerçek olmayan hayali nesne ve durumlara karşı (canavar, yaratık, hayalet gibi) korku geliştirme söz konusudur. Çocukların ilk defa karşılaşmış oldukları nesne ve durumların çokluğunu göz önünde bulundurursak çok sayıda korku ile karşılaşmalarının normal olduğunu söylemek mümkündür. 

  Korkular Nasıl Ortaya Çıkar? 
 Çocukluk döneminde görülen korkuların oluşmasında pek çok etkenden söz edilebilir. Bunlardan birisi de anne ve babaların bazen farkında olmadan korkuyu disiplin aracı olarak kullanabilmesidir. Örneğin; “Beni üzersen seni dilenciye veririm.” veya “Böyle davranmaya devam edersen ben senin annen olmayacağım.” gibi ifadeler çocuğu tedirgin edeceği gibi onlarda çeşitli korkuların oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Yine anne ve babanın aşırı koruyucu ve kollayıcı olan tutumlarının sonucu olarak, çocuk zarar görür endişesi ile engelledikleri her hareket çocukta korku yaratabilmekte, çevrenin her an tehlike oluşturan korku dolu bir ortam olduğu mesajını vermektedir. Çocukların yanlarında anlatılan korku içerikli öyküler, televizyonda izlemiş oldukları şiddet içeren haberler, korku filmleri veya korkutucu olabilecek nitelikteki çizgi film karakterleri çocukların uyuduktan birkaç saat sonra ortaya çıkan gece korkuları dediğimiz korkuların oluşumuna da sebep olabilmektedir.  Korkular, çocuklar tarafından hiç deneyimlenmemiş olsalar bile model aldıkları anne ve babaları tarafından da kazanılabilmektedir. Örneğin, annesinin sokaktaki köpekten korkup kaçtığını veya bir böcek gördüğünde bağırdığını gözlemleyen çocuk kendi yaşamamış olsa bile bu korkulara sahip olabilmektedir. 

ÇOCUKLARDA ÖLÜM KAVRAMI 
 Çocuğun ölümü kavram olarak algılayışı yaşına, bulunduğu gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır. 5 yaş öncesi dönemdeki bir çocuk ölümü somut düşünce düzeyinde algılarken, 5 yaşın sonrasında ölüm kavramı bir son olduğuna dair anlaşılmaya başlanmaktadır. Yine çocuklar 5 yaşına kadar ölümün kaç yaşında olursa olsun herkesin başına gelebileceğinden ziyade sadece yaşlılarda görülebileceği düşüncesine sahip olurlarken,5 yaş sonrasında ölüme engel olunamayacağı ve herkesin başına gelebileceği bilincinde olmaktadırlar. 
 Ölüm kavramı ile ilgili olarak yapılan yanlış bilgilendirmeler çocukta ölüm kavramının yanlış anlaşılmasına ve korkulara sebep olabilmektedir. Özellikle çocuk ölümün ne olduğuna dair sorular sorduğunda, ölen kişinin uzun bir yolculuğa çıktığını anlatmak çocukta o kişinin döneceğine dair beklenti içerisinde olmasına sebep olabilmektedir. Yine çocuğa ölmüş kişinin sonsuz uykuya dalmış olduğunu söylemek, çocuğun uyku ile ölümü bağdaştırmasına ve hatta çocukta uyku problemlerinin görülmesine yol açabilmektedir. 
 Anne ve babaların ölüm kavramı ile ilgili olarak yapacakları açıklamaların çocuğun ihtiyacı olduğu zamanda sadece sormuş olduğu soruya cevap vermesi ve bu kavram hakkında fazladan bilgi vermemiş olmaları önemlidir. Ölüm kavramı ile ilgili olan bilgilendirmeler açık, anlaşılır ve basit bir şekilde anlatılmalı, somut örneklerle ifade edilmelidir. Örneğin, insanlar, hayvanlar, bitkiler büyür ve ölürler. Ölüm yaşam belirtilerinin olmamasıdır. Çiçeğin büyümemesi, köpeğin havlamaması ve yemek yememesi gibi. Her canlı doğar, büyür ve ölür gibi yapılmış olan bir açıklama ölüm kavramı konusunda çocuğun bilgilendirilmesi adına atılmış doğru bir adım olacaktır. 

 Anne ve Babalar Çocuklarına Nasıl Yardım Edebilirler?
 Çocukların korkularıyla baş edebilmeleri konusunda yetişkinlerin de büyük bir rolünün olduğunu unutmamak ve bu konuda dikkatli davranmak gerekmektedir.  Öncelikle, çocukların korkularıyla ilgili konuşma ihtiyaçları olduğunu düşünürsek onların aileleri tarafından korkularına saygı gösterilip herhangi bir değerlendirme yapılmadan dinlenilmesi önemlidir. Korkularından dolayı çocukla alay etmek, çocuğu aşağılamak ve utandırmak doğru olmayan ve yapılmaması gereken davranışlardandır. Yine ailelerin “Korkacak ne var? Kocaman çocuk oldun, bunda korkacak bir şey yok, sen bebek misin? ” şeklindeki ifadeleri çocuğu küskünlüğe götürüp anlaşılmadığını düşünmesine neden olabilmektedir. 
 Çocuğun korktuğu durum veya nesneyle baş etmesi konusunda adım adım yol izlenmelidir. Korku, birdenbire kaybolmadığı için çocuğun bazı durumlara yavaş yavaş alıştırılması gerekmektedir. Örneğin, karanlıktan korkan bir çocuk için birden ışıkları kapatmak yerine ışığı yavaş yavaş azaltarak karanlığa alıştırmak doğru bir yaklaşım olacaktır. 
 Korkuların özellikle okul öncesi dönemde sıkça görüldüğü, geçici olduğu unutulmamalı ve sabırlı olunmalıdır. Çocukların sosyal, bilişsel ve kişisel gelişimleriyle birlikte onlar büyüdükçe korkularının da üstesinden gelebilecekleri unutulmamalıdır. 
 Çocukların model almayla korkuları ortaya çıkacağı gibi, yine onların gözlemleriyle bu korkuları azaltılabilir; hatta ortadan kaldırılabilir. Çocuklar; anne ve babalarının, kardeşlerinin ve yaşıtlarının korkusuzca davrandıklarını gözlemleyerek kendileri de onlar gibi rahat, korkusuzca davranıp korkularından kurtulmak adına önemli bir adım atacaklardır. 
 Çocuğun sahip olduğu korku, ona rahatsızlık verip yaşantısını etkileyecek kadar büyük boyutlara ulaştığı takdirde konuyla ilgili olarak bir uzmana danışılması önerilmektedir. 


Yeşilköşk Çocukevi

TEKNOLOJÍ ÇAGINDA ÇOCUK



Teknoloji çağında çocuk

Çağımızın çocukları çok erken dönemde teknoloji ile tanışıyorlar. Neredeyse bebeklik döneminden itibaren dijital oyun malzemeleri ile oynamaya bile başlıyorlar. Her tür teknolojik araç gereci, kumandaları, telefon, televizyon, bilgisayar vb. tuşlu araçları erkenden tanıyorlar ve aralarındaki farkı yine büyük bir hızla kavrıyorlar. Çağımızın teknoloji ve hız çağı olduğu düşünüldüğünde çocukların da bu zenginlikten nasiplerini almaları kaçınılmaz. Öğrenmede deneyimin önemi düşünüldüğünde günümüzün çocukları o kadar çok bu tür araç gereç ile temas ediyorlar ve bu araçları kullanma konusunda öylesine deneyimliler ki; bu sebeple kolayca öğreniyorlar bu gereçlerin inceliklerini. Birçok çocuk 3 yaşına gelmeden “iyi” bilgisayar kullanıcısı oluyor, anne babasının telefonundaki bir oyunu yardım almadan bulup, açıp, oynayıp, tekrar kapatabiliyor. Hatta bu yaşlarda çocukların en değerli oyuncakları yine anne ve babalarının cep telefonları ya da tablet bilgisayarları olabiliyor. Biraz daha ileri gidelim: yine 3 yaşındaki bir çocuğun en çok zaman geçirdiği ve en değerli oyuncağı “kendi” tablet bilgisayarı olabiliyor. Buraya kadar sorun yok gibi geliyor kulağa…

Pedagojik bakış
Şimdi biraz da işin psikolojik ve pedagojik kısmına bakalım: İnternet bağımlılığı kavramı 1990’lardan beri kullanılan bir kavram. Bu yılların bilgisayar ve internet kullanımının hızlanmaya başladığı yıllar olduğu düşünüldüğünde konunun önemi de anlaşılıyor. Özellikle de 12-18 yaş arasındaki “genç” ‘lerde görülüyor bu rahatsızlık. O yıllardan beri psikiyatrik rahatsızlık olarak değerlendiriliyor ve en yakın tanı grubu olan “patolojik kumar oynama” ‘ya benzetiliyor. Aşırı internet kullanımının, bu gençlerin (çocukların) korku, hayal kırıklığı, huzursuzluk gibi olumsuz duyguları ile baş edebilmek için kullandıkları yetersiz bir strateji olduğu değerlendiriliyor. Aşırı internet kullanımı olan kişilerin, insan ilişkilerindeki hayal kırıklıklarına fazla duyarlı oldukları, yabancılarla ilişkiye girmede yoğun kaygı yaşadıkları söyleniyor.  Yine internet bağımlılarında depresyon oranının yüksek olduğu, sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde de aşırı internet kullanma eğiliminin olduğu biliniyor.

Aşırılık-bağımlılık
Aşırılık ve bağımlılıktan söz edildiğinde bunun ölçüsünün ne olması gerektiği sorusu geliyor hemen akla. Ergenlik yaşlarına gelindiğinde böyle bir hesaplamanın yapılmaya başlanmasının hiçbir işe yaramayacağı görüşündeyim. Zira alışkanlıklar çok daha erken yaşlarda kazanılıyor ve çok iyi biliyoruz ki “internet” ve “bilgisayar” erken dönemde çocuğun hayatının “önemli” bir parçası olduğunda ergenlik döneminde “bağımlılığa” dönüşüyor. Sigara bağımlılığındaki mekanizmanın aynısı burada da işliyor. Zamanla aynı miktarda sigara aynı keyfi vermemeye başlıyor; daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor. Ulaşılamadığında yoksunluk belirtileri başlıyor.

Peki, alışkanlıklar nasıl ve zaman kazanılıyor?
Çoğu alışkanlık yaşamın ilk üç yılında kazanılır. Hatta birçoğu daha da erken. Örneğin ilk dişleri çıkan bebeğinizin dişlerini yatmadan önce bezle silmeye başlarsınız. Birkaç dişi olunca da yine macunsuz bebek diş fırçalarını kullanırsınız. 1 yaş civarı fırçayı eline verirsiniz ve dişlerinin üzerinde fırçayı hareket ettirme hareketini sizin diş fırçalamanızı izleterek taklit ettirirsiniz. Bu dönemden itibaren her gece yatarken ve her sabah eline diş fırçası verilen çocuğunuzun hayatı boyunca her gün dişlerini düzenli fırçalayacağından emin olabilirsiniz. Ama 2-3 yaşına kadar eline doğru dürüst fırça verilmeyen ya da düzenli verilmeyen bir çocuğun bu alışkanlığı kazanması ancak uzun gayretlerle, bazen çatışmalarla mümkün olacaktır. Hatta bazen mümkün olmayacaktır. Yani alışkanlık kazandırılmasında düzenlilik ve süreklilik önemli prensiplerdir. Diş fırçalamak, istenen, olumlu bir alışkanlıktır. Aynı şekilde çocuğa düzenli kitap okunması, düzenli kitap alışverişi yapılması da okuma alışkanlığını kazandıracaktır. Ve bu alışkanlıkların “bağımlılığa” dönüşmesinin hiçbir sakıncası yoktur; hatta arzu edilen budur. Ama bilgisayar kullanımı için aynı şey söylenemez. Oluşum mekanizması aynıdır; yani sürekli ve düzenli kullanılmaktadır. Hatta “eğlenceli” geldiği için, fazla bir sosyal çaba gerektirmediği için birçok çocuk ve kişi tarafından tercih edilmektedir. Ama zaman içinde miktar yeterli gelmeyecek ve daha fazlası istenecektir.

Özellikle okul öncesi dönemde birçok aile çocuklarının bilgisayarla fazla meşgul olmasında bir sakınca görmemekte, eğlendiği ve mutlu olduğu için, hatta onu sakinleştirdiği, uslulaştırdığı için teşvik etmektedir. Oysa bir çocuk zamanını nasıl kullanması gerektiğini en çok 3-6 yaş arasında öğrenir. Boşta kaldığı her anda bilgisayara sarılan bir çocuk, zihinsel ve sosyal ihtiyaçları için gerekli olan tüm diğer faaliyetlerden, ilişkilerden mahrum kalacaktır. Anne baba ile, kardeşi ile, bir arkadaşı ile oyun oynamanın kazandıracağı deneyimin yerini hiçbir bilgisayar oyunu tutamaz. Tüm zamanlarını bilgisayar başında geçirmeye alışan bir çocuğun akademik çalışmalara adapte olması da güçleşmekte, uzun süre dersi dinlemek ve dinleyerek öğrenmek gibi zihinsel çaba göstermesi gereken durumlarda sıkıntı yaşamaktadır. İlkokul çocuklarının önemli bir kısmının derste çabuk sıkıldığı, dikkatinin dağıldığı, çabuk aktivite değiştirme ihtiyacında olduğu ve bu nedenle bir işle, bir konu ile uzun süre meşgul olamadığı gibi şikayetleri olduğunu duyuyoruz. Bu çocukların dinleme, kendilerini ifade, duyguları anlama ve kendi duygularını ifade etme, sosyal problem çözme becerileri açısından yetersiz gelişmiş çocuklar olduklarını görüyoruz. Çünkü çoğu, anne ve baba ile ya da bir arkadaşla oyun oynamak ya da sohbet etmek yerine, bilgisayar başında zaman geçirmiş çocuklar. Dolayısıyla dinleme ve öğrenme için gereken sabır ve sebat yeteneklerini geliştirememiş çocuklar oluyorlar.

Yine tatil zamanlarının, hafta sonlarının nasıl geçirildiği de çok önem taşıyor. Tıpkı hafta sonları geç saatlerde uyuyan çocukların, hafta içinde yeniden erken uyuma düzenlerinin oturtulması güç oluyorsa, hafta sonları fazla bilgisayarla meşgul olan çocuklar da yine hafta içi ders çalışmak yerine bilgisayarı tercih edebiliyorlar. Sonra da uzun yıllar sürecek ders çalışma problemleri başlamış oluyor.
Okul öncesi dönemin önemi
Okul öncesi dönem öğrenme alışkanlıklarının geliştirilmesi için son derece önemli bir dönemdir. Bu yıllarda çocuklar hem zihinsel kapasitelerini, hem el becerilerini, hem beden koordinasyonlarını, hem sosyal becerilerini, hem de dil becerilerini geliştirirler. Oyuna çok ihtiyaçları vardır. Ama oyunların etkileşim içinde olması gerekir. Kendi malzemeleri ile kendi başlarına da oynayabilirler ama bu malzemelerle de etkileşirler; yaratıcılıklarını geliştirirler; duygularını ifade ederler. En çok da başka çocuklarla oynamaya ihtiyaç duyarlar; bu yolla kendileri ile başkaları arasındaki farkı öğrenirler. Kendi benmerkezciliklerini törpülemeyi öğrenirler; her istediklerinin olmayacağını, bazen bu istekleri ertelemeleri, bazen de vazgeçmeleri gerektiğini öğrenirler. Başkalarının farklı istekleri ve davranışları olduğunu, bu davranışlar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Üzüntü, korku, endişe, kızgınlık, kıskançlık, rekabet gibi duyguları tanımayı, bu duygularla baş etmeyi ve bu duygulara rağmen ilişkilerini devam ettirebilmeyi öğrenebilirler. Ve bunların hiç birini bilgisayar oyunlarında bulamazlar. Yani bilgisayar oyunu çocuğun kendisi hakkında hiçbir bilgi vermez. Diğer yandan 3-6 yaş arası dönemde çocuklar çok hızlı alışkanlık kazanabilirler ve bu alışkanlıklarından vazgeçirmek neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle bilgisayar oyunlarına bu yaşlarda maruz bırakılan çocuklar her gün artan miktarlarda bu oyunlara ihtiyaç duyarlar. Tıpkı televizyon seyretme alışkanlığında olduğu gibi, her huzursuz olduklarında, her canları sıkıldığında bilgisayara (televizyona) yönelirler. Bunun sonucunda da çocuğun kendisini geliştirebileceği başka hiçbir aktiviteye vakti ve isteği kalmayacaktır.

Bilgisayarın da televizyonun da çocuklar için oyunun ve eğlencenin en önemli kaynağı haline getirilmesinden şiddetle kaçınılması gerekir. Hele hele çocuğunuza sınır koyamıyorsanız o zaman özellikle okul öncesi dönemde bu teknolojik gereçlere hiç maruz bırakmamanız en doğrusu olacaktır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sınır koymak, çocuğun başka ihtiyaçlarının yerine televizyon ve bilgisayarı koymadığınızdan emin olmak gerekir. Aksi halde çocuğumuzun gelişimi için çok değerli olan diğer yaşam deneyimlerinden onu mahrum etmiş oluruz.

                                                                                                           Yeşilköşk Çocuk Evi

                                                                                                            Psk. Aysu Taşkıran

14 Şubat 2014 Cuma

ANNEANNE, BABAANNE VE DEDE

                     

                                                                                                                                        
‘ANNEANNELER- BABAANNELER VE DEDELER’
Çocuğun Eğitiminde Anneanne- Babaanne ve Dedelerin Etkileri

          Torun sevgisi özel bir sevgidir. Her büyükanne ve dede için onları kucaklarına almak ve büyümelerini izlemek hoş bir duygudur.
          Onlar için en güzel duygulardan biri, kendi çocuklarını yetiştirdikten sonra çocuklarının çocuğunu da yetiştirecekleri onlarla ilgilenip gelişimlerini takip edeceklerinin verdiği heyecandır.
          Anneanne babaanne ve dedelerin torunları üzerinde olumlu etkileri vardır. Kimi zaman çocuk, anne babasından göremediği ilgi ve sevgiyi onlardan görebilmekte; bu da onların psikolojik yönden gelişimlerini olumlu etkilemektedir.
          Ebeveynin çalışma gereksinimleri çocuğun bakım sorununu ortaya çıkartmaktadır. Çocuğun bakılması sürecinde büyükanne ve dedeler de etkin olarak yer alırlar. Büyükanne ve dedeler genellikle kendi çocuklarına uyguladıkları kararlı disiplin anlayışından uzaklaşarak, torunlarına sınırlama koymadan, tüm isteklerini karşılayarak büyütmeyi tercih etmektedirler. Onları ‘emanet çocuk’ olarak algıladıklarını ifade ederek, onlara aşırı hoşgörü göstererek büyütürler
          Büyükanneler ve dedeler torunlarını çok sevdiklerini hep gösterirler. Evi hep neşe yuvasına çevirmeye, evlatlarını hep mutlu etmeye çalışırlar. Bunun için de sürekli oyunlar oynar, şakalar yaparlar. Bu yüzden de çoğu zaman bazı tavizler verirler. Büyükanne ve dedeleriyle vakit geçirirken, çocukların yaptıkları yanlış davranışlar hoşgörüyle karşılanır, istedikleri yerine getirilir. Evin birer kralı ya da kraliçesi gibi yaşatılırlar. Bu nedenle çocuklar, genellikle büyükanne ve dedeleriyle vakit geçirmekten keyif alırlar. Çocuklar büyükanne ve dedelerinin aşırı hoşgörüsünden olabildiğince faydalanmakta hatta aynı tutum ve davranışları anne ve babalarının da göstermesini beklemektedirler.
          Büyükanne ve dedelerin hatası torunlarını çok fazla şımartmalarıdır. Torunlarının sevindiklerini görmek kahkahalarını duymak onlar için en büyük keyiftir. Bunun için de; zaman zaman çok istediği ve çoğunlukla da anne babanın kısıtlama getirdiği şeyleri alarak onları mutlu etmeye çalışırlar. 
          Bunun sonucunda büyükanne ve dedelerin çocukla yakın teması sıklaştıkça anne babadan beklenen eğitimde denge ve tutarlılık bozulmaktadır.  Anne ve baba büyükleri kırmamak için özen gösterirken, anne ve babasından olumsuz yanıt alan çocuk, soluğu büyüklerde alır ve istediğine de büyükanne ve dedesi yoluyla ulaşır. 
       Büyükanne ve dedeler, çocuk eğitiminde yalnızca destekleyici rol oynamalıdırlar, asla anne-baba görevini üstlenmemelidirler.
          Anne ve baba, çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesinde birinci derecede yetkili ve sorumlu olmalıdırlar. Gerekirse büyükanne ve dedeye çocuğun eğitimi ve terbiyesinde biraz mesafeli olmaları, onları kırmadan söylenmeli ve gereken ortam hazırlanmalıdır.

Böyle bir otorite karmaşası çocukları nasıl etkiler?

          Çocuğun iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı anlayabilmesi için yolunun çizilmesine ihtiyacı vardır. Aynı anda birkaç kişinin yol çizmesi, başka bir deyişle büyükanne ve dedenin başka doğruları, anne babanın da başka doğruları göstermesinin tek sonucu çocuğun ‘doğru’suz yetişmesi olacaktır. Çocuğun yanlış davranışlarını düzeltmeye çalışan anne babaya ‘ben torunuma laf söyletmem’ ya da torununa  ‘sen onları boş ver’ diyen büyükanne ve dedeler bir süre sonra torunlarının oyuncağı olurlar. Torunlarına bakmak durumunda birinci kuşağa verilebilecek en anlamlı mesaj şu olabilir: Siz çocuklarınızı yetiştirerek anne babalık görevlerinizi yaptınız, hem de çok iyi yaptınız. Torunlarınızın anne ve babası olmaya çalışmayın. Onlara bakma zorunda kaldığınızda da, onların tanıması gereken tek otoritenin kendi anneleri ve babaları olduğunu unutmayın. Başka bir deyişle, büyükanne ve dedeler; çocuklarınızın anne babalığını tanımalısınız, onlara bu konuda destek vermelisiniz.
          Anne babanın çocukları için koymaya çalıştıkları kuralları eleştirerek karşı çıkan büyük anne ve dedeler, küçüklerin gözünde anne babanın otoritesinin zayıflamasına neden olabilmektedir.

Büyükanne-dede, anne-baba ve torun arasında sağlıklı iletişim kurmanın yolları nelerdir?
  • Çocuğun büyükanne ve dedesinin yaşama alanı yerine kendi evinde bakılması, her gece kendi annesini ve babasını görmesi önemlidir.
  • Çocukların yapmaması gereken davranışlar çocukla ilgilenen tüm bireylere belirtilmelidir.
  • Aile içinde uyulması gereken kurallar büyükanne ve dedeye söylenmelidir.
  • Büyükler çocuğu sürekli olarak şeker vb. ile ödüllendirmek yerinde, sözlü ifadelerle ya da beraber etkinlik yaparak çocuğu yüreklendirmelidir.
  • Kuşaklar arasında çocuk eğitimi konusunda farklı görüşler olabilir. Ancak bu fikirler çocuğun önünde dile getirilmemelidir.
  • Büyükler torunlarının yetiştirilmesinde anne babanın kararlarının öncelik taşıdığı gerçeğini kabul etmelidirler.



        


27 Kasım 2013 Çarşamba

KARDES KISKANÇLIGI




KARDEŞ KISKANÇLIGI

"Kardeş kıskançlıklarının temelinde anne ve babanın ilgi ve sevgisinin bölünmesi korkusu yatmaktadır. Yeni doğan kardeş, büyük çocuk için adeta bir kumadır. 

Yani, anne ve babanın ilgi ve sevgisini artık yeni doğanla paylaşmak zorundadır.  O ana kadar anne ve babanın ilgi odağı olan kişi kendi olmuştur.

Çocuk, yeni doğan kardeşine karşı  sevgi ve nefret arasında gidip gelir. Aslında onu sevmesi ya da sevmek zorunda olması çevre ve anne, baba tarafından çocuğa benimsettirilmiş gibidir. Küçük kardeşini sevmediğini söylerse, anne, baba ve çevre tarafından ayıplanacak, eğer sevdiğini söylerse en büyük alkışı o alacaktır.

O zaman alkışı almak  için kendini zorlar. Anne ve babasına da bu durumu ispatlamaya çalışır. Taşıyamayacak olsa da kardeşini kucaklayıp taşımak için ısrar eder, ağlayınca ilk önce o koşar. Elbette ki anne ve babası onun bu davranışlarını beğenecek ve onurlandıracaktır, başka türlü olamaz.

Sevgisi o kadar taşmaktadır ki küçük çocuğu eline alır, sıkıştırır ve küçük çocuk ağlamaya başlar. Anne ve baba onu bu davranışı nedeniyle azarlar.  Oysa ki sadece küçük kardeşini ne kadar sevdiğini onlara ispatlamak istemiştir ama nafile.

Artık anne ve babasına yaranamamaktadır ve adeta bu dünya kardeşi ve kendi için dar gelmeye başlamıştır. İşte o zaman kıskançlık duyguları kabarmaya başlar. Artık ateşkes bozulmuştur ve savaş ilan edilmiştir."

Çocuklar karşılaştırılmamalı

"Öncelikle her iki kardeş arasında mukayese yapmamak gerekmektedir. Her çocuk farklı özelliklerde, farklı yeteneklerde, farklı bireylerdir.
 Anne ve baba her iki çocuğa da sevgilerini göstermelidirler. Bazen ebeveynler çocukları aralarında paylaşırlar. Örneğin, anne yeni doğanla, baba büyük çocukla ilgilenir. Bu tutum da doğru değildir.


Kardeş hakkında bilgi verilmeli

Yeni doğan dünyaya gelen bebekle ilgili büyük çocuğu bilgi verilmelidir.
"Onun değerli ve işe yarar hissetmesini ve ağabey, abla olduğunun bilincine varmasını sağlayacaktır. Bazı anne ve babalar, çocuk yardım etmek istediğinde beceremeyeceğini düşünerek çocuğu engeller ya da gereksiz yere azarlarlar.

 Bu gibi tutumlar, çocuğun benlik saygısını zedeleyecek ve yalnızlığa sürükleyecektir. Çocuğu yeni doğan karşısında onurlandırmak gerekmektedir."

Önemli olan takım ruhu yaratmak

Psikologlar her iki çocuğu alarak birlikte oyunlar oynamanın, hep birlikte bir yere gitmenin birlik ve beraber olma duygusunu pekiştirdiğini ve kardeşlerin takım ruhu hissetmelerini sağladığını ifade ederler.

"Bu şekilde rekabet azalacaktır. Küçük kardeş büyüdüğünde, yürümeye başlayıp, konuştuğunda daha büyük kavgalar çıkabilecektir. Bu kavgalarda anne ya da babanın hakem konumunda olması kavgayı kızıştırabilir. Çocuklar kavga etmeye başladıklarında kozlarını kendi aralarında paylaşabilmeleri için bırakmak gerekmektedir.
 Birbirlerini şikayet ettiklerinde net olarak "Şikayet etmek yok!" denilebilir.
Ancak asla bir çocuktan yana olunmamalıdır.

Daha sonra bunları birbirlerine anlatmaktan keyif alacaklardır. Kıskançlık doğal bir duygudur. Anne ve babanın kardeşler arasındaki bu duyguyu reddetmek yerine kabullenip, onları anlamaya çalışması çocukları rahatlatır ve güvenli bir ortamda hissetmelerini sağlar."

ÖNERİLER

*Kardeşi doğmadan önce ona anlayabileceği bir dilde aileye yeni bir üyenin geleceği, evdeki ortamın her zamankinden daha heyecanlı ve karışık olabileceği, annenin hem yorgun olacağı hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı, çünkü küçük bir bebeğin gereksinimleri olduğu ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği anlatılabilir. Böylece çocuk psikolojik olarak daha hazırlıklı olacaktır.

*Çocuğa somutlaştıramayacağı sözler söylemeyin. "Sakın endişelenme seni de bebek kadar seveceğiz" cümlesi iyi niyetli olsa da çocuğun anne babanın sevgisi için kardeşle yarışmasına yol açar.

*Hamilelik döneminde babası ya da başka bir aile üyesi (anneanne, babaanne) büyük çocuğun bakımıyla ilgili yemek yedirme, banyo yaptırma, uyutma gibi işlere başlayabilir. Böylece anne hastanedeyken ya da bebekle meşgulken çocuk kendini ihmal edilmiş hissetmez.

*Anne baba aralarında işbölümü yaparak, anne yeni bebekle ilgilenirken babanın diğer çocukla ilgilenmesi çocukta kendisiyle de ilgilenildiğini hissetmesini sağlar.

*Anne babanın çocuğa kardeşin doğdu ama senin dünyanda değişen bir şey yok, sana olan sevgimizde bir azalma yok mesajını sadece sözcüklerle değil davranışlarla da iletmelidirler. Bu da ancak çocuğa zaman ayırmaya devam ederek onunla konuşarak, onunla ortak faaliyetlere girerek ve ona sorumluluk vererek olur.

*Kıskanan çocukla mümkün olduğunca nitelikli zaman geçirilmeye çalışılmalı, daha önce yapmaktan hoşlandığı alışkanlıklarını gerçekleştirmesine olanak verilmelidir. Bu sayede çocuk statü kaybına uğramadığını farkederek özgüvenini yitirmeyecektir.

* Yeni doğan bebeğe aşırı sevgi gösterisinde bulunmak yerine, var olan sevgiyi ilk andan itibaren paylaştırabilmeyi hedeflemek daha doğru olacaktır.

*En iyi niyetli misafirler bile sadece bebekle ilgilenip büyük çocuğu unutma eğilimi içindedirler. Yakınların yalnızca bebekle ilgilenmemelerini, büyük çocuğa da  ilgi ve sevgi göstermelerini söylemek, "Kardeşin doğunca senin pabucun dama atıldı" gibi sözler söylememeleri konusunda uyarmak işe yarayacaktır.

* Bebek için söylenen "Ne kadar yaramaz, sürekli ağlıyor ve beni yoruyor oysa ben seni daha çok seviyorum" gibi bir cümle çocuk tarafından inandırıcı bulunmayıp, tam tersine onu kandırmayı istediğiniz inancı verebilir. Bu da en başta çocuğun size olan güvenini zedeleyecektir.
Bebeğe sürekli "bebek" demek yerine doğrudan adını söylemeye başlamak bebeğin bir nesne değil de canlı bir varlık olduğunu anımsatacaktır. • Bebeğe "benim" değil "bizim" diye başlayarak hitap etmek ve "Sessiz ol, kardeşin uyuyor" gibi sözlerle çocuğun yaşantısını bebeğe göre ayarlamak kıskançlığı tırmandıracaktır.

*Kıskanmasın diye çocuğa aşırı hoşgörü göstermek durumu kötüleştirecektir. Önceden yalnız yatan çocuğun anne babasıyla yatmasına izin verilmemelidir. Çocuğa kıskanmasın diye gösterilen aşırı ilgi, bu seferde kardeşinin onu kıskanmasına neden olabilir.

*Bebeğe zarar vermesine izin verilmeyeceği kesin bir dille anlatılmalıdır.

*Çocuk kardeşinin canını yaktıysa, görünüşte çok kötü olan bu davranışın gerçekte bebeğe zarar vermek için değil, bir parça düşmanlık içeren bir incelemeden başka bir şey olmadığını bilin. Burada önemli olan aşırı tepki göstermemek, kibarca reaksiyon gösterip sinirlenmeden (yoksa sizi sinirlendirmek için bu davranışı tekrarlayabilir) uyarıda bulunmaktır. Çocuk mesajı alsa da almasa da iki kardeşi yalnız bırakmamak doğru olacaktır. (Beş yaşına gelene kadar çocuklar zarar verip vermediklerini kavrayamazlar.)

*Kardeşe yönelik olumsuz duyguları reddedip, önemsememek yerine, onları kabul edip, tanımaya çalışın; "Anne, hep bebekle ilgileniyorsun." "Hiç de değil, daha biraz önce sana kitap okumadım mı?" demek yerine "Bebeğe bu kadar zaman ayırmam pek hoşuna gitmiyor." diyerek "Hayır, hiç hoşuma gitmiyor." diyerek duygularını ifade etmesini sağlayabilirsiniz.

*Kardeşler arasındaki karşılaştırmalardan kaçının. Ancak çocuğunda bir zamanlar küçük bir bebek olduğu, aynı bakım ve özenin kendisine de gösterildiği çocuğa anlatılabilir. Çocuğun küçülmüş giysileri, bebeklik fotoğrafları gösterilerek, o bebekken yaşanan anılardan ve onun sevimli hallerinden bahsedilerek kendini daha iyi hissetmesi sağlanabilir.

*Kardeşiyle ilgili karışık duyguları olan çocukların konu edildiği öyküler anlatmak, anne ya da babanın kendi kardeşiyle ilgili ilk hislerini paylaşması, çocuğun duygularını anlaması ve ifade etmesinde fayda sağlayabilir.
Kardeşini sevmek zorunda olduğu söylenmemeli, "Sen artık ablasın" diyerek, yaşının üzerinde olgunluk bekleyip onun da hala çocuk olduğu unutulmamalıdır.

*Sevginizin eşit olduğunu göstermeye çalışmak yerine; her çocuğa, birbirinden ayrı olarak, sadece kendisine özel bir sevgi duyulduğunu göstermek daha doğru olacaktır.

*Her şeyin eşit olmasına değil, adil olmasına çalışılmalıdır. Örneğin, üç kardeşten ortanca çocuğun "Ahmet'lere kardeşim gidiyor, ama ben gidemiyorum, bu adil değil" şeklinde gösterdiği tepkiye "Kız kardeşinle geçimsizliği sürdürdüğün ve ona vurduğun için Ahmet'lere sadece ağbin gidebilir" biçiminde bir yaklaşım uygun olabilir.

*Kardeşinin giyebileceği, ona küçük gelen giysileri ve oynayabileceği oyuncakları beraber ayırmak işe yarayabilir, fakat vermek istemediği şeyler konusunda onu zorlanmamalıdır.

*Ailenin bütün olduğu duygusu herkes tarafından hissedilmelidir. Bunun için bütün ailenin birlikte yapabileceği, gezinti, piknik, alışveriş, film izleme gibi etkinliklere yer verilmelidir.

*Anne-baba çocukla mümkün olduğu her fırsatta birebir iletişime geçerse, birlikte ortak faaliyetlerde bulunurlarsa, çocuğa kardeşiyle ilgili ve evle ilgili küçük sorumluluklar verilirse çocuk kendini hala güvende ve hala sevilen, önem verilen bir kişi olarak hissedecektir.

*Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.
Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Fiziksel şiddetin olmadığı durumlarda ana babanın araya girmemesi sorunun çözümünü kolaylaştırır.

*Dikkatinizi hemen, sorun çıkaran çocuğa yönetmek yerine, zarar gören çocukla ilgilenmek, kardeşi "mağdur, ezilen" olarak nitelendirmemek gerekir.

* Kim başlattı sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü olayı kimin başlattığını öğrenmeye çalışmak çocukların birbirini suçlamasına neden olur. Her bir çocuğun kavganın çıkmasında aynı derecede suçlu olmasından yola çıkarak sonuçlarına eşit şekilde katlanmaları sağlanmalıdır.

* Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca izin verilmemelidir. Çünkü çocuklar kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir yada iyi geçinme kuralları koyulabilir.

*Kardeş çatışmasına engel olmanın tek yolu tek çocuk sahibi olmaktır. Çünkü iki yada daha çok çocuğun aynı ortamı paylaşması kaçınılmaz olarak çatışma yaratır.

* Kardeşler arasındaki kıskançlık ve geçimsizlik ne kadar yoğun olursa olsun birbirlerinden ayrı kaldıklarında çok özlerler. Bu durum, ilişkilerinin bazen çok bozuk olduğunu düşünseniz de aslında birbirlerini çok sevdiklerini açıklar.


Yeşilköşk Çocukevi

5 Kasım 2013 Salı

3 YAŞ OLUYORUM






BEN 3 YAS  OLUYORUM




  Bebeklikten çıktığım, giderek daha az bencil olduğum ve anneme bağımlılığımın azaldığı üç yaşıma giriyorum. Anneme yardım etmek onunla alışverişe gitmek, oyun oynamak beni çok mutlu eder.

  Yaşıtlarımla oyun oynamaya başlarım. Yalnız oyun oynamaktan grup oyunlarına geçerim. Daha sabırlı olmayı ve beklemeyi öğrenirim. Kendime güvensizlik hissim ve bundan doğan tedirginliğimin yerine özgüveni yüksek ve rahat davranan biri olmaya başlarım.


  Hayal ile gerçeği artık ayırt edebilirim. Hayal gücüme bağlı yeni deneyimler edinir, hayali bir arkadaşla oyun oynar bazen kendim olmak yerine başkasının rolüne geçerim.


  Çevremde olup bitenleri, bana söylenenleri daha iyi anlayabildiğim için kurduğum ilişkilerde daha başarılıyım.


  Konuşmam daha anlaşılır olacağından isteklerimi ve duygularımı daha iyi anlatabilirim.

Soru çağımın bittiğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz sorularım artarak devam edecek ki ben de yeni şeyleri öğrenebileyim.


  Beni tehlikelerden korumak ve kollamak için yapmış olduğunuz davranışları artık kabul edebilirim. Kendi başıma yapacağımı bildiğim halde sizin yardımınızdan da mutlu olurum.

Unutmamalıyız ki, her çocuğun gelişimi kendine özgüdür. Her çocuk bir bireydir ve önemlidir. Çocuk yetiştirmenin laboratuvarı olamaz.

ISIRMA ALIŞKANLIĞI




ISIRMA ALISKANLIGI 

  Hayatın ilk iki yılı temel güven duygusunun oluştuğu oldukça önemli bir dönemdir. Bir insanın davranışlarının şekillenmesinde hayatının ilk iki yılının etkisi çok büyüktür.  Bu dönem çocuğa bakım veren kişi ile bebek arasında kurulan bağın etkisini görebilmekteyiz. Böylece anne ve çocuk arasında kurulan bağın etkisi göz önünde bulundurarak dengeli davranışlar sergilemek gerekir. Çocuğun öfkesine öfke ile karşılık vermek, çocuğa fiziksel şiddet uygulamak veya bir çocuğu durduk yerde öfkelendirmek, sürekli kızmak onun hayatının ilk iki senesini de ve sonrasını da çok olumsuz etkilemektedir.

  Çocuklarda belli başlı davranış kalıpları mevcuttur. Yeni doğan bebeğin emme refleksi ile elini ağzına götürmesi, elini emmesi, yedi aylık bir bebeğin ayaklarını hızlı hızlı ileri geri oynatması, dokuz aylık bebeğin emekleme davranışı,  bir yaş bebeğinin her yeri karıştırmak istemesi gibi iki yaş çocuğunun da konuşmak için gayret etmesi ve bununla beraber, bazı öfkeli davranışlar göstermesi gayet tabi doğal bir süreçtir. Isırma, vurma, tekmeleme eylemine sıkça rastlanır iki yaşındaki çocuklarda. Ne denirse aksini yapmaya çalışır. Kendi isteklerinin derhal yapılmasını ister.

  Bu dönem her anne baba için zor olduğu kadar çocuk için de zor bir dönemdir. Ebeveyn için artık karşısındaki kişi bir bebek değildir, tam anlamıyla çocuk da değildir. Gene de hareketleri çok bilinçli değildir. Fakat burada anne ve babanın çocuğa sınırlar koyması, yaptığı şeyin güzel olmadığını çocuğa geri bildirimde bulunması, oldukça kabul edilir bir yöntemdir. Başta belirtildiği gibi kızmak, bağırmak veya davranışa misilleme yapmak çocuktaki olumsuz davranışı pekiştirmekten öteye geçmez.

  İki yaş çocuklarında ısırma davranışı sıkça görülür. 0-2 yaş dönemi bebeklik dönemidir. Bu dönemde bebek meme emer. 1 yaşın sonuna kadar dişleri yoktur. Dişleri olmadığı için ara sıra damakları ile annenin meme ucunu ısırır ve bu alışkanlık haline gelir. Aslında yapmak istediği şey çıkmakta olan diş yerlerini kaşımak amaçlıdır. Bebek ısırdıkça anne sızlanmaya bazen de çığlık atmaya başlar ve bazen ceza vermek isteyip meme vermek istemeyebilir. Anne sızlandıkça, bağırdıkça, bebek yaptığı ısırma davranışının hayat bulduğunu görür ve bunu devam ettirir. Çünkü tam olarak yaptığı ısırma davranışının neye karşılık geldiğini anlamamıştır. Bu davranışı tekrar ettikçe etraftaki insanlar eğer güler ve ah ne güzel ısırdı gibi sözcükler kullanırsa çocukta bu pekişir, 2 yaşında olduğunda bu alışkanlığını her yerde sürdürebilir. Oyun niteliğinde görüp, başka insanlar üzerinde de denemek ister.

  İki yaş çocuğu için temel güven duygusunun oluşması, annenin çocuğa davranış şekli ile ilgilidir. Çocuğa güvende olduğunu hissettiren ve dış dünyadaki tehlikelerden korumaya çalışan bir anne için hayat çocuk merkezlidir. Hayatın merkezine çocuğunu koyan bir anne çocuğa hem dış dünyadaki tehlikeleri onun yaş seviyesine göre anlatır öğretir hem de başına gelebilecek tehlikelerden korur. Bunları öğretirken sakin ve rahat davranırsa çocukta o derece rahat olur, hayata bakış açısı olumlu olur. Fakat çocukla arasına sürekli bir mesafe koyan, onu dış dünyadaki tehlikelerden korumayan, kendisini yetersiz olarak gören, çocuğuna ve etrafına karşı saldırgan davranan anne kendini tehdit altında hisseder. Böyle hisseden, korkan bir ebeveyn korkutan bir ebeveyndir. Böylece dış dünyayı tehdit olarak algılayarak gelişen bir çocuk, saldırgan davranışlar gösterir. Buna ısırmak veya vurmakla başlayabilir. Isırınca ısırılarak veya vurunca vurularak karşılık verilirse çocuk bu davranışının onaylandığını düşünür ve yapmaya devam edebilir.

  Sonuç olarak çevresel faktörler davranışın gelişmesinde çok önemli etkiye sahiptir. Bunda anne ve babanın kapsayıcı ve normal düzeyde koruyucu tutumu olumsuzlukları bertaraf etmekte etkilidir. Çocuk ısırma eylemine geçtikçe sözel olumsuz geri bildirim verilebilir ama bu uyarı niteliğinde olmalıdır. Tehdit içeren uygulamalardan ve sözel ifadelerden kesinlikle kaçınılmalı, ısırma davranışını olumlu ve komik gibi gösteren bir tutum içerisine de girilmemelidir.

CİNSELLİK VE ÇOCUK


CİNSELLİK VE ÇOCUK

Beni  Leylek  Getirmedi . .

  Okul öncesi dönem, çocukların kadınlarla erkekler arasındaki farklılıkları anladıkları ve cinsel kimliklerini keşfettikleri önemli bir dönemdir. Çoğu 3 yaş civarı... cinsel organların aynı olmadığını fark eder ve 4 yaşına geldiğinde kendisinin bir kız ya da erkek olduğunu tam olarak anlar. Daha sonra doğumlu ilgili meraklı sorular sormaya başlar.
Çocuğun soruları karşısında uzun açıklamalar yapmanıza hiç gerek yoktur. Önemli olan onun sorduğu kadarını ve anlayabileceği kadarını cevaplamaktır. Anlayabileceğinden daha fazlasını anlatmak çocuğu zorlayabilir veya kafasını karıştırabilir. Cevap verirken kaygı duymak, utanmak ya da duymazlıktan gelme, konuyu değiştirme gibi yaklaşımlarınız çocukta bu konunun ayıp, suç olduğu yargısına yol açabilir. Bilinç altına itilen bunun ayıp olduğu inancı da birçok yetişkin insanın hayatını etkiler. Çünkü cinsellik hiç konuşulmadığında tabu haline gelir ve çocuklar bunu düşündüklerinde dahi suçlu hissederler. Unutulmamalıdır ki bu bilgi anne ve baba tarafından verilmelidir.
  Bebek Nasıl Olur?
**3-4 Yaş
  Annenin karnında özel bir yuva var ve bebek orada büyür bu kese yavruyu annenin karnında korur.
**4-6 Yaş
  Tüm bebekler gibi sen de annenin yumurtası ve babanın tohumundan yapıldın. Tohum ve yumurta annenin karnında bir araya geldiler. Yani sen çok özelsin annen ve babanın güzel bir karışımı oldun.
Çocuklarda Cinsel Oyunlar
  5 yaşındaki oğlunuzun odasına giriyorsunuz, oğlunuz ve arkadaşı Ayşe’nin çıplak bir şekilde doktorculuk oynadığını görüyorsunuz.
Niçin böyle yapıyorlar? Birbirlerinin nasıl göründüklerini merak etmiş olabilirler, birbirlerinin farklılıklarını görmeye çalışıyor olabilirler.

 PEKİ, NE YAPMAK GEREKİR?

 Başka birinin özel bölgesine dokunmak yanlıştır.
Vücutlarımız bize özeldir. Verilecek mesajlar
Elbiseler belli kişilerin yanında çıkartılabilir.
Merak etmek normaldir.
Beraber insan vücuduyla ilgili resimlere bakmak bu merakı giderecektir.
Cinsel organlara pipi gibi bebeksi ifadeler takmaktansa da penis veya vajina olarak çocuğa anlatmak daha doğru olur.
Neden Erkeklerin Bebeği Olmaz?
Çünkü erkeklerin karnında bebeklerin büyümesini sağlayan küçük bir yuvacık yoktur.
Mastürbasyon
Ebeveynler öncelikle böyle bir durumda sakin olmalıdırlar. Anne-babaların davranışları aksini gösterse bile çocuklar onların aslında hangi duygu içinde olduklarını çok iyi hissederler.
  Bu durumda nötr bir duygu ile çocuğunu başka bir etkinliğe yönlendirmesi yapılacak en iyi davranıştır. O anda çocuğa birlikte oyun oynamayı teklif etmek gibi içinde eylem olan başka bir şeye yönlendirmek en iyi yoldur.

  Ayrıca cinsel kimlik kazanımı ancak hem cins ebeveyn ile özdeşim kurmakla gerçekleşir. Bu sebeple cinsel kimliğin kazanıldığı 3-5 yaş ve ergenlik döneminde çocuğun hem cinsi ebeveynle daha sık vakit geçirmesi hatta erkeksi veya kadınsı oyunlar oynamaları gerekir. Bu konu ebeveyni ayrı çocuklar için ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü annesiyle yaşayan bir erkek çocuğu bir erkek rol modele ihtiyaç duyacaktır.
Bazı aileler de çocuktan hiçbir şey saklamayarak çocuğa cinsel eğitim vermenin doğru olduğuna inanırlar. Bu tip aileler evde çıplak bir şekilde dolaşıp, beraber banyoya girebilirler. Oysa ki bu tarz davranışlar çocuğun merakını daha da kamçılar. Kavramaya hazır olmadığı gözlemlerle aklı karışır. Ayrıca ailenin bu davranışı toplumun kurallarıyla çelişmiş olur. Bu sebeple küçük bir çocuğun yanında çıplak dolaşmamaya özen gösterilmelidir.
Cinsel kimlik kazanımının en önemli yolu hemcins ebeveynle olumlu özdeşim kurmaktır!

 Yeşilköşk Çocuk Evi                                                    

22 Ekim 2013 Salı

KİTAP OKUMAK



Kitap Okumanın Çocuk Gelişimine Etkileri

Kitap okumanın çocuğa faydası nedir?

  Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde kitabın rolü çok büyüktür. Özellikle de çocuğunuz konuşmayı öğrenirken ona kitap okumak çok önemlidir. Bir çocuğun kitapla ilişkisi çocuk okumayı öğrenince başlamamalıdır. Zira çocuklarla kitapların ilişkileri bebeklik döneminde başlar. Anne ve babası kendisine masal okurken tanır çocuk kitabı. Daha sonra renkli ve resimli kitaplara yönelir çocuklar. Çocuğa kitap okumanın, çocuğun gelişimi için faydaları saymakla bitmeyecek kadar çoktur.   

Çocuğa kitap okumanın yararlarından bazıları :
• Dil gelişimini hızlandırır.
• Zihinsel gelişimi destekler.
• Gerçek dünyayı tanıtır.
• Anne-babayla sıcak bir ilişki gelişmesini destekler.
• Çocuğun hayal gücünü genişletir.
• Okuma becerisi ve yaşam boyu sürecek okuma sevgisinin temelini oluşturur.
• Kelime hazinesini geliştirdiği için çocuğun duygu ve düşüncelerini iyi ifade etmesine imkan sağlar.
• Sevme, anlama, saygılı olma, hediye etme ve paylaşma gibi birçok kavramları öğretir.
• Kitap okunurken, çocuk rahatlar ve hoş vakit geçirir.

• Kendisine kitap okunan çocuklar hem farklı cümle kurulumlarını tanımış, hem de görsel olarak birçok kez harfleri tanıma imkânına sahip olmuş olacakları için ilköğretime geçtikleri dönemde dilbilgisi öğreniminde diğer çocuklara oranla daha rahat olurlar.
• Çocuklar, kitap okumanın keyfine varırlar, böylece ileri yaşlarında kitap okumaya daha eğilimli olurlar. Yapılan araştırmalarda, araştırmacılar, kitap okumaya ne kadar erken başlanırsa o kadar etkili gelişimsel sonuçlar elde edileceğini vurguluyorlar.
Çocuklara küçük yaştan itibaren, hatta bebeklikten başlayarak kitap okumak, onların dil gelişimini ve öğrenme kabiliyetlerini olumlu etkiliyor. Okunanlardan hiçbir şey anlamasa bile bir bebeğe 6 aylıktan itibaren kitap okunmasının anne ile ilişkisinin gelişmesi, göz kontağının kurulması ve duygu paylaşımı açısından çok faydalı olduğu uzmanlar tarafından ortaya konuluyor.  Çocuk, annenin hikaye okurken çıkardığı farklı ses ve tiyatral mimiklerini görüp etkileniyor. Yaşı büyüdükçe kelime hazinesi genişliyor, duygu dünyası zenginleşiyor ve anlama kapasitesi artıyor.

Bu konuda uzman pedagog görüşleri şu şekildedir:

  6 aylık olana kadar bütün bebekler aynı sesleri çıkarır; ama bundan sonra 6 ay 1 yaş arasında kendi anadilinin seslerini öğrenmeye ve ayırt etmeye başlarlar. 6 aylık bir bebek okunan kitabı elbette anlamaz; ama anne ile ilişkisinin gelişmesi, göz kontağının kurulması ve duygu paylaşımı açısından çok olumlu etkileri vardır. Çocuk, annenin hikaye okurken çıkardığı farklı ses ve tiyatral mimiklerini görür ve etkilenir. İlk dönemde günde 1-2 dakika bazı resimler üzerinden anlatılabilir. Çocuk büyüdükçe seçilen kitaplar yaşına uygun olarak değiştirilmelidir. Çocuk anlamadığı kitaplardan sıkılacaktır. 2-3 yaşındaki çocuklara resimli küçük hikayeler farklı ses ve mimiklerle zenginleştirilerek okunabilir. Kitap okuma, daha çok adlandırmalı, hareketlendirmeli etkinlikler biçiminde gerçekleştirilmelidir.. Çocuğun okumayı öğrenmeden hikaye dinlemeye alışması, onun sosyalleşmesi, dil gelişimi, kendini ifade edebilmeyi öğrenmesi gibi olumlu kazanımlar sağlar. Yapılan çalışmalar, 6 aylıktan başlayarak her gün 1-2 dakikalık kitap okuma etkinliği ile bir çocuğun 1 yaşına geldiğinde 40 kelime ile konuşabildiğini göstermiştir. Çocukların kitaplara dokunması ve sayfalarını karıştırması bile önemlidir.

Çocukların yaş gruplarına göre hoşlandıkları kitaplar ise şöyledir;

2 Yaş: 2 yaşından itibaren çocuklar tamamı resimli kitapları ve kitap sayfalarını karıştırmayı seveceği için ona bu yaşlarda resimli kitaplar alabilirsiniz.

3-4 Yaş Grubu: Bu yaşlardaki çocuklar kendilerine resimli, öykü kitaplarının okunmasından hoşlanırlar. Özellikle neşeli ve komik kitapları çok severler. Bu yaşlarda kitap çocuğuz ve sizin aranızda bir sohbet unsuru olacaktır. Onunla resimler hakkında konuşabilir ve iletişim becerilerinin gelişmesine yardımcı olabilirsiniz.

6-9 Yaş Grubu: Bu gruptaki çocukların hayal gücü gelişmiştir ve güzel-çirkin, iyi-kötü kavramlarını yavaş yavaş düşünmeye başlarlar. Bu yaş grubundaki çocuklar, kısa ve bol resimli doğa-hayvan kitapları, kahramanlık-macera temalı dergiler ve peri masallarından hoşlanırlar.

10- 12 Yaş Grubu: Bu dönemde çocuklar gerçekleri fark ederler ve çevrelerinde yaşayamayacakları şeyleri bilmek isterler. Bu çağda çocuk gerçeklerden soyutlanıp macera dolu bir dünyaya girebildikleri Robinson ve Gulliver gibi serüven dolu kitapları okumaktan hoşlanırlar.

12 Yaş ve Üzeri: 12 yaşında çocuklar Türk ve Dünya Klasikleri ile tanışırlar. Bu yaştan sonra çocuklar okumaya devam ederler.

Pek çok anne baba çocuklarının kitap okuma alışkanlığı edinmesin isterler. Kitap okuma alışkanlığının çocuğun içinden gelmesini beklememek ve onu kitap okumaya teşvik etmesi gerekmektedir. Okuma alışkanlığı ailede ve okulda edinilir.

Çocuğa kitap seçerken dikkat edilecek konular:
• İri harflerle, renkli, sade resimle bezenmiş çocuk kitapları çocuğu harflerin şekillerine alıştırır, onları tanıma söyleme isteği uyandırır, düzgün cümle duymaya ve kullanmaya yöneltir.
• 3-6 yaş çocuğu için kitap seçerken, bunların çocukların ilgisini çekecek nitelikte olmasına dikkat etmelidir.
• 6 yaş çocuğu yatağa yattıktan sonra yarım saat kendisine kitap okunmasını veya kitaplara bakma fırsatı vermesini ister.
 • Kitabın resimleri sade ve gerçeğe yakın renk ve çizgilerle bezenmiş olmalı; büyükçe ve kalın harflerle yazılmalı; resmi bol, yazısı az ve kalın kağıda basılmış olmalıdır.
• Hikaye ve masalların konusu günlük yaşantı ve ilginç olaylardan seçilmeli; kısa ve anlamlı olmalı; anlatım şekli canlı fakat aşırı dramatik ve korkutuculuktan uzak tutulmalıdır.

Çocuklarınıza kitap okuma alışkanlığını kazandırmak için izleyebileceğiniz yollar şöyle sıralanabilir;

• Anne ve babasını kitap okurken görüp model alan çocuklar kitap okuma alışkanlığını daha kolay edinebilirler. Bir anne ya da baba olarak çocuğunuzun önünde kitap okuyarak örnek olmalısınız.
• Evinize günlük gazete ya da dergi almak ve çocuğunuzun önünde gazetenizi ya da derginizi okumak onu okumaya teşvik etmenize yardımcı olacaktır. Bununla birlikte gazete ve derginizdeki, çocukları ilgilendiren yazıları onlarla paylaşmalı ve onların dikkatini çekmelisiniz.
• Çocuklar uyumadan sizinle vakit geçirmek isterler. Yataklarındayken dikkatlerini sadece size yöneltmiş durumda olan çocuğunuza keyifli bir hikâye okuyarak onun okumanın tadına varmasını sağlayabilirsiniz. Önemli olan kitaptaki konuya çocuğunuzun ilgisini çekebilmektedir.
• Kitap okumak görev ya da zorunluluktan ziyade zevk alınan bir aktivite haline getirilmelidir. Çocuğunuza kitap okumaktan zevk aldığınızı belli etmelisiniz. Bunun için okuduğunuz bir kitaptaki olayları kendi aranızda canlandırabilirsiniz. Çocuğunuzun kitaptaki kahramanların rollerini paylaştırmasını sağlayıp olayları canlandırabilirsiniz.
• Kitaplardaki hikâyeleri resmetmek ya da resimlere bakarak hikâyeler yaratmak da çocuklarınıza ilginç gelebilir.
• Evde okuma ortamı yaratacak bir sessizlik olması ve kitaplarla dolu kitaplıklar da çocuğun okumayı sevmesine yardımcı olur. Hatta mümkünse kitaplıktan bir bölüm çocuğa ayrılabilir ya da ona özel kitapların olduğu yeni bir kitaplık oluşturulabilir.
• Çocukla aynı kitabı okuyup daha sonra tartışmak da kitaba olan ilgiyi pekiştirir. Tartışırken çocuklara; “Kitap sence neyi anlatıyor?”, “Kitapta senin için en etkileyici bölüm neresiydi?”, “Kitaptan çıkarılabilecek sonuç nedir?”, “En çok hangi karakteri sevdin?” ve “Kitabın sonu sence nasıl daha farklı bitebilirdi?” gibi sorular sorulabilir.
• Çocukla birlikte kitapçılarda vakit geçirilmesi, kitap alışverişleri yapılması, kitap fuarlarının gezilip son çıkan kitapların incelenmesi, yazarlarla küçük söyleşiler yapılması ve çocuğun adına kitap imzalatılması da çocuğun kitapla ve yazarla olan ilişkisinde önemli bir yer tutar.
• Çocuğu kütüphane üyesi yapmak ve hatta onunla kütüphaneye gitmek ve ödünç kitap almasını sağlamak kitapla ve kütüphaneyle olan bağının güçlenmesini sağlar.
• Kitap seçerken çocuğun gelişimine uygun içerik ve dilde yazılmış olmasına, nasihat verme kaygısı gitmemesine, sürükleyici ve eğlenceli kitaplar olmasına dikkat edilmelidir.

Yesilkösk Çocukevi