18 Mart 2014 Salı

OKUL ÖNCESI DÖNEMDE KORKULAR



OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE KORKULAR 

 Korku, kişiler tarafından görülen veya görülmeyen bir tehdide karşı gösterilen doğal bir tepkidir. Korku yaşayan kişide; kalp artışında hızlanma, solunum sayısında artma, ağızda kuruluk, ellerde terleme gibi tepkiler görülebilmektedir. Aslında korku kişiye rahatsızlık vermekten çok, kişiyi uyaran ve kişinin tehlikeyi fark edip onunla başa çıkabilmesini sağlayan bir mekanizmadır. Çocukluk döneminde yaşanılan korkular da çocukların gelişimlerinin bir parçası olup zamanla kendiliğinden kaybolabilmektedir. 3-6 yaş okul öncesi dönemde çocukların çok sayıda korku yaşadıkları görülmektedir. Bu korkular arasında karanlık, ani ses, gök gürültüsü, şimşek ve yalnız kalma korkularının yanı sıra gerçek olmayan hayali nesne ve durumlara karşı (canavar, yaratık, hayalet gibi) korku geliştirme söz konusudur. Çocukların ilk defa karşılaşmış oldukları nesne ve durumların çokluğunu göz önünde bulundurursak çok sayıda korku ile karşılaşmalarının normal olduğunu söylemek mümkündür. 

  Korkular Nasıl Ortaya Çıkar? 
 Çocukluk döneminde görülen korkuların oluşmasında pek çok etkenden söz edilebilir. Bunlardan birisi de anne ve babaların bazen farkında olmadan korkuyu disiplin aracı olarak kullanabilmesidir. Örneğin; “Beni üzersen seni dilenciye veririm.” veya “Böyle davranmaya devam edersen ben senin annen olmayacağım.” gibi ifadeler çocuğu tedirgin edeceği gibi onlarda çeşitli korkuların oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Yine anne ve babanın aşırı koruyucu ve kollayıcı olan tutumlarının sonucu olarak, çocuk zarar görür endişesi ile engelledikleri her hareket çocukta korku yaratabilmekte, çevrenin her an tehlike oluşturan korku dolu bir ortam olduğu mesajını vermektedir. Çocukların yanlarında anlatılan korku içerikli öyküler, televizyonda izlemiş oldukları şiddet içeren haberler, korku filmleri veya korkutucu olabilecek nitelikteki çizgi film karakterleri çocukların uyuduktan birkaç saat sonra ortaya çıkan gece korkuları dediğimiz korkuların oluşumuna da sebep olabilmektedir.  Korkular, çocuklar tarafından hiç deneyimlenmemiş olsalar bile model aldıkları anne ve babaları tarafından da kazanılabilmektedir. Örneğin, annesinin sokaktaki köpekten korkup kaçtığını veya bir böcek gördüğünde bağırdığını gözlemleyen çocuk kendi yaşamamış olsa bile bu korkulara sahip olabilmektedir. 

ÇOCUKLARDA ÖLÜM KAVRAMI 
 Çocuğun ölümü kavram olarak algılayışı yaşına, bulunduğu gelişim düzeyine ve kişilik özelliklerine göre farklılaşmaktadır. 5 yaş öncesi dönemdeki bir çocuk ölümü somut düşünce düzeyinde algılarken, 5 yaşın sonrasında ölüm kavramı bir son olduğuna dair anlaşılmaya başlanmaktadır. Yine çocuklar 5 yaşına kadar ölümün kaç yaşında olursa olsun herkesin başına gelebileceğinden ziyade sadece yaşlılarda görülebileceği düşüncesine sahip olurlarken,5 yaş sonrasında ölüme engel olunamayacağı ve herkesin başına gelebileceği bilincinde olmaktadırlar. 
 Ölüm kavramı ile ilgili olarak yapılan yanlış bilgilendirmeler çocukta ölüm kavramının yanlış anlaşılmasına ve korkulara sebep olabilmektedir. Özellikle çocuk ölümün ne olduğuna dair sorular sorduğunda, ölen kişinin uzun bir yolculuğa çıktığını anlatmak çocukta o kişinin döneceğine dair beklenti içerisinde olmasına sebep olabilmektedir. Yine çocuğa ölmüş kişinin sonsuz uykuya dalmış olduğunu söylemek, çocuğun uyku ile ölümü bağdaştırmasına ve hatta çocukta uyku problemlerinin görülmesine yol açabilmektedir. 
 Anne ve babaların ölüm kavramı ile ilgili olarak yapacakları açıklamaların çocuğun ihtiyacı olduğu zamanda sadece sormuş olduğu soruya cevap vermesi ve bu kavram hakkında fazladan bilgi vermemiş olmaları önemlidir. Ölüm kavramı ile ilgili olan bilgilendirmeler açık, anlaşılır ve basit bir şekilde anlatılmalı, somut örneklerle ifade edilmelidir. Örneğin, insanlar, hayvanlar, bitkiler büyür ve ölürler. Ölüm yaşam belirtilerinin olmamasıdır. Çiçeğin büyümemesi, köpeğin havlamaması ve yemek yememesi gibi. Her canlı doğar, büyür ve ölür gibi yapılmış olan bir açıklama ölüm kavramı konusunda çocuğun bilgilendirilmesi adına atılmış doğru bir adım olacaktır. 

 Anne ve Babalar Çocuklarına Nasıl Yardım Edebilirler?
 Çocukların korkularıyla baş edebilmeleri konusunda yetişkinlerin de büyük bir rolünün olduğunu unutmamak ve bu konuda dikkatli davranmak gerekmektedir.  Öncelikle, çocukların korkularıyla ilgili konuşma ihtiyaçları olduğunu düşünürsek onların aileleri tarafından korkularına saygı gösterilip herhangi bir değerlendirme yapılmadan dinlenilmesi önemlidir. Korkularından dolayı çocukla alay etmek, çocuğu aşağılamak ve utandırmak doğru olmayan ve yapılmaması gereken davranışlardandır. Yine ailelerin “Korkacak ne var? Kocaman çocuk oldun, bunda korkacak bir şey yok, sen bebek misin? ” şeklindeki ifadeleri çocuğu küskünlüğe götürüp anlaşılmadığını düşünmesine neden olabilmektedir. 
 Çocuğun korktuğu durum veya nesneyle baş etmesi konusunda adım adım yol izlenmelidir. Korku, birdenbire kaybolmadığı için çocuğun bazı durumlara yavaş yavaş alıştırılması gerekmektedir. Örneğin, karanlıktan korkan bir çocuk için birden ışıkları kapatmak yerine ışığı yavaş yavaş azaltarak karanlığa alıştırmak doğru bir yaklaşım olacaktır. 
 Korkuların özellikle okul öncesi dönemde sıkça görüldüğü, geçici olduğu unutulmamalı ve sabırlı olunmalıdır. Çocukların sosyal, bilişsel ve kişisel gelişimleriyle birlikte onlar büyüdükçe korkularının da üstesinden gelebilecekleri unutulmamalıdır. 
 Çocukların model almayla korkuları ortaya çıkacağı gibi, yine onların gözlemleriyle bu korkuları azaltılabilir; hatta ortadan kaldırılabilir. Çocuklar; anne ve babalarının, kardeşlerinin ve yaşıtlarının korkusuzca davrandıklarını gözlemleyerek kendileri de onlar gibi rahat, korkusuzca davranıp korkularından kurtulmak adına önemli bir adım atacaklardır. 
 Çocuğun sahip olduğu korku, ona rahatsızlık verip yaşantısını etkileyecek kadar büyük boyutlara ulaştığı takdirde konuyla ilgili olarak bir uzmana danışılması önerilmektedir. 


Yeşilköşk Çocukevi

TEKNOLOJÍ ÇAGINDA ÇOCUK



Teknoloji çağında çocuk

Çağımızın çocukları çok erken dönemde teknoloji ile tanışıyorlar. Neredeyse bebeklik döneminden itibaren dijital oyun malzemeleri ile oynamaya bile başlıyorlar. Her tür teknolojik araç gereci, kumandaları, telefon, televizyon, bilgisayar vb. tuşlu araçları erkenden tanıyorlar ve aralarındaki farkı yine büyük bir hızla kavrıyorlar. Çağımızın teknoloji ve hız çağı olduğu düşünüldüğünde çocukların da bu zenginlikten nasiplerini almaları kaçınılmaz. Öğrenmede deneyimin önemi düşünüldüğünde günümüzün çocukları o kadar çok bu tür araç gereç ile temas ediyorlar ve bu araçları kullanma konusunda öylesine deneyimliler ki; bu sebeple kolayca öğreniyorlar bu gereçlerin inceliklerini. Birçok çocuk 3 yaşına gelmeden “iyi” bilgisayar kullanıcısı oluyor, anne babasının telefonundaki bir oyunu yardım almadan bulup, açıp, oynayıp, tekrar kapatabiliyor. Hatta bu yaşlarda çocukların en değerli oyuncakları yine anne ve babalarının cep telefonları ya da tablet bilgisayarları olabiliyor. Biraz daha ileri gidelim: yine 3 yaşındaki bir çocuğun en çok zaman geçirdiği ve en değerli oyuncağı “kendi” tablet bilgisayarı olabiliyor. Buraya kadar sorun yok gibi geliyor kulağa…

Pedagojik bakış
Şimdi biraz da işin psikolojik ve pedagojik kısmına bakalım: İnternet bağımlılığı kavramı 1990’lardan beri kullanılan bir kavram. Bu yılların bilgisayar ve internet kullanımının hızlanmaya başladığı yıllar olduğu düşünüldüğünde konunun önemi de anlaşılıyor. Özellikle de 12-18 yaş arasındaki “genç” ‘lerde görülüyor bu rahatsızlık. O yıllardan beri psikiyatrik rahatsızlık olarak değerlendiriliyor ve en yakın tanı grubu olan “patolojik kumar oynama” ‘ya benzetiliyor. Aşırı internet kullanımının, bu gençlerin (çocukların) korku, hayal kırıklığı, huzursuzluk gibi olumsuz duyguları ile baş edebilmek için kullandıkları yetersiz bir strateji olduğu değerlendiriliyor. Aşırı internet kullanımı olan kişilerin, insan ilişkilerindeki hayal kırıklıklarına fazla duyarlı oldukları, yabancılarla ilişkiye girmede yoğun kaygı yaşadıkları söyleniyor.  Yine internet bağımlılarında depresyon oranının yüksek olduğu, sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde de aşırı internet kullanma eğiliminin olduğu biliniyor.

Aşırılık-bağımlılık
Aşırılık ve bağımlılıktan söz edildiğinde bunun ölçüsünün ne olması gerektiği sorusu geliyor hemen akla. Ergenlik yaşlarına gelindiğinde böyle bir hesaplamanın yapılmaya başlanmasının hiçbir işe yaramayacağı görüşündeyim. Zira alışkanlıklar çok daha erken yaşlarda kazanılıyor ve çok iyi biliyoruz ki “internet” ve “bilgisayar” erken dönemde çocuğun hayatının “önemli” bir parçası olduğunda ergenlik döneminde “bağımlılığa” dönüşüyor. Sigara bağımlılığındaki mekanizmanın aynısı burada da işliyor. Zamanla aynı miktarda sigara aynı keyfi vermemeye başlıyor; daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor. Ulaşılamadığında yoksunluk belirtileri başlıyor.

Peki, alışkanlıklar nasıl ve zaman kazanılıyor?
Çoğu alışkanlık yaşamın ilk üç yılında kazanılır. Hatta birçoğu daha da erken. Örneğin ilk dişleri çıkan bebeğinizin dişlerini yatmadan önce bezle silmeye başlarsınız. Birkaç dişi olunca da yine macunsuz bebek diş fırçalarını kullanırsınız. 1 yaş civarı fırçayı eline verirsiniz ve dişlerinin üzerinde fırçayı hareket ettirme hareketini sizin diş fırçalamanızı izleterek taklit ettirirsiniz. Bu dönemden itibaren her gece yatarken ve her sabah eline diş fırçası verilen çocuğunuzun hayatı boyunca her gün dişlerini düzenli fırçalayacağından emin olabilirsiniz. Ama 2-3 yaşına kadar eline doğru dürüst fırça verilmeyen ya da düzenli verilmeyen bir çocuğun bu alışkanlığı kazanması ancak uzun gayretlerle, bazen çatışmalarla mümkün olacaktır. Hatta bazen mümkün olmayacaktır. Yani alışkanlık kazandırılmasında düzenlilik ve süreklilik önemli prensiplerdir. Diş fırçalamak, istenen, olumlu bir alışkanlıktır. Aynı şekilde çocuğa düzenli kitap okunması, düzenli kitap alışverişi yapılması da okuma alışkanlığını kazandıracaktır. Ve bu alışkanlıkların “bağımlılığa” dönüşmesinin hiçbir sakıncası yoktur; hatta arzu edilen budur. Ama bilgisayar kullanımı için aynı şey söylenemez. Oluşum mekanizması aynıdır; yani sürekli ve düzenli kullanılmaktadır. Hatta “eğlenceli” geldiği için, fazla bir sosyal çaba gerektirmediği için birçok çocuk ve kişi tarafından tercih edilmektedir. Ama zaman içinde miktar yeterli gelmeyecek ve daha fazlası istenecektir.

Özellikle okul öncesi dönemde birçok aile çocuklarının bilgisayarla fazla meşgul olmasında bir sakınca görmemekte, eğlendiği ve mutlu olduğu için, hatta onu sakinleştirdiği, uslulaştırdığı için teşvik etmektedir. Oysa bir çocuk zamanını nasıl kullanması gerektiğini en çok 3-6 yaş arasında öğrenir. Boşta kaldığı her anda bilgisayara sarılan bir çocuk, zihinsel ve sosyal ihtiyaçları için gerekli olan tüm diğer faaliyetlerden, ilişkilerden mahrum kalacaktır. Anne baba ile, kardeşi ile, bir arkadaşı ile oyun oynamanın kazandıracağı deneyimin yerini hiçbir bilgisayar oyunu tutamaz. Tüm zamanlarını bilgisayar başında geçirmeye alışan bir çocuğun akademik çalışmalara adapte olması da güçleşmekte, uzun süre dersi dinlemek ve dinleyerek öğrenmek gibi zihinsel çaba göstermesi gereken durumlarda sıkıntı yaşamaktadır. İlkokul çocuklarının önemli bir kısmının derste çabuk sıkıldığı, dikkatinin dağıldığı, çabuk aktivite değiştirme ihtiyacında olduğu ve bu nedenle bir işle, bir konu ile uzun süre meşgul olamadığı gibi şikayetleri olduğunu duyuyoruz. Bu çocukların dinleme, kendilerini ifade, duyguları anlama ve kendi duygularını ifade etme, sosyal problem çözme becerileri açısından yetersiz gelişmiş çocuklar olduklarını görüyoruz. Çünkü çoğu, anne ve baba ile ya da bir arkadaşla oyun oynamak ya da sohbet etmek yerine, bilgisayar başında zaman geçirmiş çocuklar. Dolayısıyla dinleme ve öğrenme için gereken sabır ve sebat yeteneklerini geliştirememiş çocuklar oluyorlar.

Yine tatil zamanlarının, hafta sonlarının nasıl geçirildiği de çok önem taşıyor. Tıpkı hafta sonları geç saatlerde uyuyan çocukların, hafta içinde yeniden erken uyuma düzenlerinin oturtulması güç oluyorsa, hafta sonları fazla bilgisayarla meşgul olan çocuklar da yine hafta içi ders çalışmak yerine bilgisayarı tercih edebiliyorlar. Sonra da uzun yıllar sürecek ders çalışma problemleri başlamış oluyor.
Okul öncesi dönemin önemi
Okul öncesi dönem öğrenme alışkanlıklarının geliştirilmesi için son derece önemli bir dönemdir. Bu yıllarda çocuklar hem zihinsel kapasitelerini, hem el becerilerini, hem beden koordinasyonlarını, hem sosyal becerilerini, hem de dil becerilerini geliştirirler. Oyuna çok ihtiyaçları vardır. Ama oyunların etkileşim içinde olması gerekir. Kendi malzemeleri ile kendi başlarına da oynayabilirler ama bu malzemelerle de etkileşirler; yaratıcılıklarını geliştirirler; duygularını ifade ederler. En çok da başka çocuklarla oynamaya ihtiyaç duyarlar; bu yolla kendileri ile başkaları arasındaki farkı öğrenirler. Kendi benmerkezciliklerini törpülemeyi öğrenirler; her istediklerinin olmayacağını, bazen bu istekleri ertelemeleri, bazen de vazgeçmeleri gerektiğini öğrenirler. Başkalarının farklı istekleri ve davranışları olduğunu, bu davranışlar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Üzüntü, korku, endişe, kızgınlık, kıskançlık, rekabet gibi duyguları tanımayı, bu duygularla baş etmeyi ve bu duygulara rağmen ilişkilerini devam ettirebilmeyi öğrenebilirler. Ve bunların hiç birini bilgisayar oyunlarında bulamazlar. Yani bilgisayar oyunu çocuğun kendisi hakkında hiçbir bilgi vermez. Diğer yandan 3-6 yaş arası dönemde çocuklar çok hızlı alışkanlık kazanabilirler ve bu alışkanlıklarından vazgeçirmek neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle bilgisayar oyunlarına bu yaşlarda maruz bırakılan çocuklar her gün artan miktarlarda bu oyunlara ihtiyaç duyarlar. Tıpkı televizyon seyretme alışkanlığında olduğu gibi, her huzursuz olduklarında, her canları sıkıldığında bilgisayara (televizyona) yönelirler. Bunun sonucunda da çocuğun kendisini geliştirebileceği başka hiçbir aktiviteye vakti ve isteği kalmayacaktır.

Bilgisayarın da televizyonun da çocuklar için oyunun ve eğlencenin en önemli kaynağı haline getirilmesinden şiddetle kaçınılması gerekir. Hele hele çocuğunuza sınır koyamıyorsanız o zaman özellikle okul öncesi dönemde bu teknolojik gereçlere hiç maruz bırakmamanız en doğrusu olacaktır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sınır koymak, çocuğun başka ihtiyaçlarının yerine televizyon ve bilgisayarı koymadığınızdan emin olmak gerekir. Aksi halde çocuğumuzun gelişimi için çok değerli olan diğer yaşam deneyimlerinden onu mahrum etmiş oluruz.

                                                                                                           Yeşilköşk Çocuk Evi

                                                                                                            Psk. Aysu Taşkıran